2013 Temmuz ayını iple çekmiştim. Motosikletle yapacağım en uzun geziye (İstanbul-Sinop-Samsun-Ordu-Giresun-Trabzon-Rize-Batum) çıkacaktım. Rota üzerindeki Sinop, Ordu, Trabzon, Rize’ de konaklayıp yüksek yaylaları gezmeyi planlıyordum. Sinop Kalesi, Giresun Sis Dağı , Akçaabat Hıdırnebi yaylası, Ordu Boztepe, Trabzon Sümela Manastırı, Rize-Çamlıhemşin Pokut, Huser, ve Kito yaylaları özellikle görmek istediğim yerlerdi. 3000 metrenin üzerinde yüksekliğe sahip olan yaylaları görmek istiyordum. Bu geziye eşim de gelecekti. Otomobil ile yolculuğu bile pek sevmeyen, yorucu bulan eşim eğer yolculuğu sürdüremeyecek olursa, otobüs veya uçakla devam eder diye düşündüm. Yaptığımız plana göre eşim Samsun’a uçakla gidip oradan Sinop’a geçecekti. Sinop’ta buluşup 1-2 gün konakladıktan sonra yola motosiklet ile devam edecektik. Yükümüz arka çantaya ek olarak iki soft yan çanta ve eşimin sırt çantası idi. Yağmurluklar, termal içlikler epey yer işgal etmişti. Motosiklet pantolonunu yanıma almamaya, eşofmanla yola çıkmaya karar vermiştim. Dağ bayır gezeceğimiz için köpek kovucumuz da vardı. Yola çıkmadan önce motosikletin bakımını yaptırdım. Eksik ekipmanları aldım. Yeni Michelin City Grip lastikleri taktırdım. Artık yola hazırdım. 2 Temmuz 2013 Salı sabahı saat 06:30’da kalktım. Motosikleti yola hazırladım. Eşim beni uğurladı. Oda aynı gün uçakla Samsun’a gidecekti.
Birinci etap; İstanbul-Sinop
Hava kapalıydı. İzmit’ten sonra yağmur çiselemeye başladı. Yağmurluğumun üstünü giyerek yola devam ettim. Akrabalarımı ziyaret etmek için Düzce’ye uğradım. Motorla Trabzon’a gittiğimi söyleyince şaşırdılar. Kısa bir ziyaretten sonra tekrar yola koyuldum. Bolu dağını tırmanırken yoğun bir sis bastırdı. “Ne şans varmış bende. Temmuz ayında kış mevsimini yaşıyorum” diye düşündüm. Gerede’yi geçtikten sonra artık soğuktan titremeye başlamıştım. İstanbul’dan çıkarken termal içlik giyilecek bir durum yoktu. Bütün kıyafet ve ekipmanı çıkarıp termal içlik giyebilmek için uygun bir yer bulamam diye düşünüyordum. Böyle devam ettim. Çerkeş’e 50-60km. kala biraz ısınmak ve çay içmek için mola verdim. Birkaç tane çay içtim. Bardağı tutan elimin titremesine engel olamıyordum. Bu nasıl bir Temmuz ayıydı? Burada tanıştığım bir kişi otomobiliyle yaşadığı kaza tehlikesini anlattı. Ailesiyle beraber seyahat ediyordu. Bolu dağını tırmanırken yoğun sise girince fren yaptığını arabasının kendi atrafında dönüp şarampole savrulduğunu anlattı. Bir yaralanma veya hasar olmamış. Yola devam etmişler. Fakat çocukları çok korkmuş. Bir zarar görmedikleri için şanslıydılar. Çayımı bitirdikten sonra iyi yolculuklar dileyip yola koyuldum.
Kastamonu yakınlarında motoru yolun kenarına çektim. Birkaç fotoğraf çektikten sonra eşime telefon ettim. Henüz Sinop’a varmamıştı. Telefonu
kapattıktan hemen sonra tekrar çaldı. Arayan dayımın oğluydu. “Trabzon’dayım. görüşelim” dedi. “Sen delisin. Motorla bu kadar yol gidilir mi?” demeyi ihmal etmedi. Bu sırada yan ayakta park halinde olan motosiklet şiddetli rüzgarın etkisiyle devrildi. Açık olan arka çantanın içindekiler asfalta saçıldı. İlk şoku atlatıp motoru kaldırmaya davrandığım anda yanımda biri belirdi. Motoru kaldırmama yardım etti. Yola saçılan eşyaları topladık. Motoru orta ayağa alıp kontol ettim. Hiçbir şey olmamıştı. Yan çanta ve ön grenajdaki koruma lastikleri işe yaramış, tek bir çizik bile olmamıştı. Yardıma gelen kişi herhangi bir sorun olup olmadığını sordu. Kendisine teşekkür ettim. Kamyonunu ne zaman sağa çekip motorumun yanına geldi anlayamamıştım. “insanlık hala ölmemiş” diye düşündüm. Birbirimize iyi yolculuklar diledik. Tekrar yola koyuldum.
Akşama doğru Sinop’a vardım. Eşimle buluştum. Eşyaları otele bırakıp akşam yemeği için sahile indik. Kısa bir şehir turu yaptık.
Şahin Tepesi’nden Sinop.
Hamsilos Koyu. Nükleer Santral’in buraya yapılacağı söyleniyor. Bu güzel yerlerde gezmek bir yana uzak durmaya çalışacağız herhalde.
İnceburun Deniz Feneri
Sinop’tan kareler…
Tarihi Sinop Cezaevi yüksek duvarları ve havasız koğuşları ile çok şey ifade ediyor. Sabahattin Ali’nin Mayıs 1933’te kaldığı koğuşun kapısına bu bilgi tükenmez kalemle yazılmış.
İki gün Sinop’ta konakladıktan sonra Samsun yolunda koyulduk. Akşam olmadan bir sonraki konaklama yerimiz Ordu’ya varmayı hedefliyoruz. Eşim 80 km/h civarında rahat ediyor. Hız arttığı zaman rüzgar nedeniyle rahatsız oluyor. İnterkom olmaması çok iyi. Çünkü yavaşla dediği zaman duymuyorum. Fakat eşim adeta ikinci bir devir kesici gibi devreye giriyor. Sırtıma indirdiği yumruğun acısını unutana kadar bir daha gaz açmaya cesaret edemiyorum. Daha sonra kendi motosikletime artçı olarak bindiğimde eşime hak veriyorum. Artçı sürücüden biraz daha yukarıda kalıyor. Oldukça büyük olan ön cam artçıyı korumuyor. Ve rüzgar nasıl isterse öyle dövüyor.
Sinop-Samsun arasında bozuk yol da var fakat yolun büyük bir kısmı çok güzel.
Bafra’da Öğle yemeği molasından sonra Samsun’da da biraz oyalandık. Akşama doğru Ordu’ya vardık. Bir otel bulup yerleştikten sonra teleferikle Boztepe’ye çıktık. Çıkarken ve çıktıktan sonra çok güzel seyir yapılıyor. Akşam yemeğini Boztepe’de yedik. Bu güne kadar yediğim en güzel pideydi. Pideye yağ sürmüyorlar. Tereyağı ayrıca geliyor. Benim gibi yağ sevmeyenler için harika. Bana yanlışlıkla bir buçuk pide geldi. Pidenin büyüklüğünü görünce şaşırdım. Pideyi bir çırpıda bitirdim. Hatta eşimin pidesinden de bir kaç dilim yedim. Lezzet, hafiflik tam puan.
Ordu’da güneşin doğuşunu yakalamak için sabah erken kalkıp sahile gittik.
Eski Ordu evlerini gezdik.
Giresun yakınlarında öğle yemeği yedik. Yediğimiz pideler fena değildi. Fakat Boztepe pidesinin yanında lafı bile edilmez. Eski Giresun evleri ve Giresun müzesini gezdik.
Öğleden sonra Akçaabat’a vardık. Akçaabat’ta akrabalarla buluştuk. Akçaabat köftesinin hatırını sorduktan sonra Uluslararası Müzik ve Halk Oyunları Festivalinin açılış törenlerine uğradık. Kuruçam köyüne varmak üzere yola çıktık. Kuruçam yollarında motosiklet kullanmak benim için özel bir anlam taşıyordu. Ağzım kulaklarımdaydı. Köyde akrabalarımı ziyaret ettiğimde şunu fark ettim; mekanlara anlamını yakınlarımız kazandırıyor. Akrabalarla konuştukça anılarım canlandı, keyiflendim. Bu keyifle yayla yolları gözüme daha güzel gözüktü. Hıdırnebi yaylasında yağmur çiseliyordu. Sisten pek bir şey görünmüyordu. Motosikletle keşfe çıktım. Yayla yollarından Gümüşhane’ye gidilebiliyor. Toprak yollar yağmur nedeniyle kayganlaşmış. Keşfi kısa tutup geri döndüm. Çiseleyen yağmurda yürümeye karar verdik. Geceyi köyde geçirdikten sonra gün doğmadan Şahinkaya’nın başına gittik. Sis bastırmadan bir kaç fotoğraf çekebildik.
Artçılı ve tam yüklü bu seyahatte motosikletim performans ve rahatlık
bakımından tam not aldı. Otomobil koltuğunda bile bir süre sonra rahatsız olan eşim hiç şikayet etmedi. Rahat seleye ilave olarak aldığım minder tam bir konfor sağlıyordu. Enduro tadındaki motosikletim birkaç kare fotoğrafı hak etti.
Kuruçam köyünde bir gece kaldıktan sonra Maçka yollarına düştük. Hedef Sümela Manastırı. Sümela’ya yaklaştıkça sis arttı. Son bir kilometrede yolun kenarlarına park etmiş araçlar yüzünden trafik kilitlendi. Dik bir yokuşta durduk. Artçılı ve tam yüklü durumda motor geri kaymayınca rahatladım. Trafik tekrar hareket edince korktuğumun aksine kalkış yapabildim. Mübarek enduro sanki. Sümela Manastırının girişine kadar motosikletle gittik.
Belirli bir yerde durun. Meryem Ana’dan gözünüzü ayırmadan yürüyün. Size
bakmaya devam ediyor. 3 boyutlu gibi. Durduğunuz yeri değiştirince ikonada bazı yerlerin parladığı görülüyor. Rivayete göre oralarda altın tozu kullanılmış.
İkonadaki resimlerden biri tanınmış bir simayı andırıyor.
Kızkalesi(Rize). Tekrar yoldayız. Hedefte Çamlıhemşin yaylaları var.
Çamlıhemşin’e vardıktan sonra konaklayacağımız Naliya Otel’in 4 km. geride kaldığını farkettik. Geri dönüp oteli bulduk. Ağaç ev odasında 2 günlük rezervasyonumuz vardı. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra hiç dinlenmeden Zilkale’ye hareket ettik. Daha yolun başında elimi arı soktu. Motoru kenara zor çektim. Yola devam etmeden önce eldivenlerimi taktım.
Zilkale’yi gezerken Çamlıhemşin’li Nazım Karaman’la tanıştım. Pokut yaylası
hakkında bilgi almaya çalıştım. Yollarının çok kötü olduğunu söyledi.
“Koçdüzü yaylasına gitmek isterseniz götürebilirim” dedi. Ertesi sabah
kaldığımız otelden bizi alacak, Koçdüzü yaylasında gezdirdikten sonra
akşam geri getirecekti. Akşam yemek yediğimiz lokantada tanıştığımız
bir rehber “Koçdüzü yaylasında sisten burnunuzun ucunu göremezsiniz.
Ben sizi Pokut yaylasına çıkarırım” dedi. Bir an kararsız kaldım. Fakat
Koçdüzü yaylasına çıkma kararımızı değiştirmedim. Akşam yemeğinden sonra otele dönüp dinlendik. Koçdüzü gezisi için sabah erken kalkacaktık.
Koçdüzü yaylasının yolları korkutacak kadar uçurumlarla doluymuş. Fakat sis nedeniyle bunların büyük bir kısmını göremedik. Yayla yolları kros motosikletle bile gidilebilecek gibi değildi. Bazı yerlerde derin çamurlar vardı. Koçdüzü yaylasına varınca Adalıgöl Pansiyon‘a gittik. Sahibi Yaşar bey samimi bir insan. Sabah kahvaltısı ve öğle yemeği oldukça güzeldi. Koçdüzü yaylasında yüzen adaların olduğu gölde balık tutmaya çalıştık. Gölde balıkların olduğu görülüyordu. Fakat oltamıza gelmeye niyetleri yoktu. Cennet cehennem tepesine tırmandık. Öğle yemeğinden sonra “balta” şeklinde kayanın olduğu tepeye tırmandık. Akşama doğru dönüş yoluna koyulduk. Fakat bir kilometre bile gitmeden çamura saplanmış bir kamyonun yolu kapattığını gördük. Kamyonun yerinden oynayamayacağı belli olduktan sonra kenarından geçelim derken biz de çamura saplandık. İki saate yakın off road mücadelesinden sonra başka bir araç tarafından çekilerek kurtarıldık. Çamlıhemşin’e otelimize döndüğümüzde akşam olmuştu.
Koçdüzü yaylası sis nedeniyle bize net görüntüler vermedi. Buraya Ağustos ayında gelseydik yukarıdaki tanıtım videosunda görülen manzaraları görebilecektik.
Çamlıhemşin, Rize’nin birbirinden güzel yaylaları olan şirin bir ilçesi. Her yer çay bahçesi ile dolu. Çay insanların önemli bir geçim kaynağı. Çay üreticileri bu yıl kurak bir mevsim yaşandığını, ürün veriminin düştüğünü söylüyorlar. Fırsat buldukça horon kurmayı ihmal etmiyorlar. Çok beğendiğim Hemşin horonunu en kısa zamanda öğrenmeye karar verdim. Gezi boyunca horon görüntüsü çekmeyi ihmal etmişim. Hemşin Horonu görüntüleri koyarak bu eksikliği gidermeye çalışayım. Sesini ve müziğini ilk defa duyduğum karadenizli sanatçı Selçuk Balcı‘yı çok beğendim. “Gizli Sebep” parçasını dinlemenizi öneririm.
Ertesi sabah Naliya Otel’den ayrılıp Ayder yaylası yoluna koyulduk. Yollar asfalt olduğu için ulaşım kolay. Söylendiği gibi yapılaşma oldukça fazla. Fakat yine de güzel. Ayder’den sonra başka yaylalar da var. En uç noktada Büyük Deniz gölü var. Yolların oldukça bozuk olduğunu öğrenince gitmekten vazgeçtik. Günümüz fotoğraf çekmek ve yürümekle geçti. Dört mevsim Cafe’nin manzarası ve mısır unu helvası mükemmel. Gece Ayder yaylasında konakladık. Ertesi sabah erken kalkıp Batum istikametine yola koyulduk. Hopa’da biraz dinlendik. Öğle yemeğinde pide yedik. Güzeldi. Fakat, Ordu-Boztepe pidesi gibi olamazdı.
Gezimizin son durağı Batum. Gümrükten kimlikle geçiş yapılabiliyor. Motosikletle geçiş çok kolay.
Batum’da ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Eşimin ilgisini yapılar çekmişti. Bol bol fotoğraf çekiyordu. Akşam olurken sınırdan geçip İstanbul yoluna koyulduk. Dönüş yolunun eşime ağır geleceği belli olduktan sonra İlk olarak Rize otogara uğradık otobüsler doluydu yer bulamamıştık. Trabzon’a doğru devam ettik. Yolda yağmur yağmaya başlayınca mola verip yağmurlukları giydik. Yolda giderken eşimin uyumaya başladığını fark edince konaklama kararı aldım. Trabzon’a 20-30 km. mesafede yol kenarındaki bir otelde konakladık. Eşime İstanbul’a uçak bileti aldık
Trabzon’da eşimle sabah kahvaltısı yaptıktan sonra yola çıkmaya hazırım. Eşim “yorulduğun zaman bir otele git dinlen” diyor. “Gece bir yerde kalırım” diyorum. Fakat konaklama yapmaya hiç niyetim yok. Macera istiyorum. Kafamda konaklama yapmadan İstanbul’a gitmek var. Önümdeki bin kilometreyi aşkın yol beni korkutmuyor. Tersine, sevinçten içim içime sığmıyor.
Öğle yemeğini Fatsa Pidecisinde yiyorum. Fena değil. Fakat bir Ordu-Boztepe pidesi değil. Pide yarışmasında Boztepe pidesi açık ara birinci. İkinci sırayı Hopa pidesi alır.
Osmancık yakınlarında ilerlerken birden dizimde kuvvetli bir sancı duyuyorum. Çizgi filmlerdeki gibi gökyüzüne uçmak istiyorum. Arı soktuğunu anlıyorum. Acıya katlanarak motoru kenara çekiyorum. Dizliklerimi çıkarmış olmasaydım bu durum olmayacaktı. Arı kıyafetimin üzerinden ısırmış. 10-15 dakika içinde acısı hafifliyor. Dizliklerimi takıp yola devam ediyorum. Güneş batarken çok güzel manzaralar oluşuyor. Hava kararıyor. Motosikletle gece seyahat etmek daha zevkli diye düşünüyorum. Tek sıkıntım kürek kemiklerim civarında oluşan ağrı. Gidonu daha yumuşak tutmaya çalışıyorum. Ağrı fazlalaşınca masaj koltuğu imdada yetişiyor. Bolu’ya vardığımda gece yarısı olmak üzere. Artık düz bir hat üzerinde ilerleyemediğimi, yolda gezdiğimi fark ediyorum. “Biraz mola versem düzelip yola devam ederim” diye düşünüyorum. Biraz tereddütten sonra kararımı veriyorum. 822 km. sonra artık dinlenmeye ihtiyacım var. Gece Bolu’da konaklıyorum.
İyi bir uyku ve kahvaltıdan sonra yola devam etmeye hazırım.
Son mola.
Eve vardığımda kilometre sayacı 3220km. yol yaptığımı gösteriyor. İyi bir
artçı olduğu için eşim, kaza yapmadığım için ben ve sorun çıkarmadığı için motosikletim iyi bir sınav verdik.
Motosikletimin gezi sonrası bakımı yaptırdım. Motosikletim de ben de
yeni gezilere hazırız…
Honda CBF150’den memnun kalmayınca yeni bir motosiklet arayışına girmiştim. Sonunda Yamaha X-City 250 almaya karar verdim. Motoru teslim alıp kalabalık trafiğin içine daldım. İlk izlenimim selesinin önceki motorlarıma göre biraz daha yüksek olduğuydu. Gaz kolunun ve fren kollarının tepkilerini defalarca denedim. Gaz kolu oldukça iyi tepki veriyordu. Frenler ise balataların ve lastiklerin yeni olmasına rağmen fena değildi. Vites değiştirme derdi olmaması ise sürüşte rahatlık sağlıyordu. Boğaz köprüsünü kuvvetli rüzgara rağmen rahat bir sürüşle geçtim. Önceki motosikletlerimde kuvvetli rüzgarda boğaz köprüsünü geçerken epey geriliyordum.